30 Ağustos 2008 Cumartesi

Bulunmaz Tiyatro'dan bir oyun: Yürümek


Yürümek from Cemal Bulunmaz on Vimeo.
Yazan/Yön.: Hilmi Bulunmaz
Oynayan: Hatice Nuran Paro
Yapım yılı: 1990

Not: Homeros, Mişima ve Saddavi'den yararlanılmıştır.

Kapitalizm kullanır, eskitir, atar, unutturur!

Sömürünün ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, kapitalizm, tüm insani değerleri olduğu gibi, sinema sanatçılarını da kullanır, eskitir, atar, unutur, unutturur...

Orhan Günşiray, halka yakın duran oyunculuğuyla, insanların düşlerini süsleyen bir insandı. Sinemanın sanat olmaktan çok, teknik olmasının getirdiği handikapla yaşamak zorunda kalan Orhan Günşiray, bireyin hiçliğini imal eden kapitalist üretim ilişkilerinin dayatmasıyla, halka düşten öte bir şey veremedi. Dumanlı düşlerin ötesindeki gerçeği gösteremedi insanlara. Böyle bir donanımı yoktu. Her şeye karşın fazla kirlenmeden yaşadı ve sessizce öldü...

Başta Mahir Günşiray olmak üzere, yakınlarına başsağlığı dilerken, aşağıdaki Milliyet gazetesi haberini dikkatlerinize sunuyoruz:


Günşiray'a vefasızlık!


Pınar ÇITAK KOYGUN - İSTANBUL DHA


Önceki gün 81 yaşında hayatını kaybeden sinema sanatçısı Orhan Günşiray'ın cenazesi ilk tören için saat 11.00 sıralarında Beyoğlu'ndaki Atlas Sineması'na getirildi. Günşiray için burada düzenlenen törende koltukların oldukça boş olması dikkat çekti. Salonda yaklaşık 30 kişi yer aldı. Törene katılan Ediz Hun sinema dünyasını vefasızlıkla suçladı. Hun, Yeşilçam'a sitem ederek "Dizi yapımcıları nerede. En azından son yolcuğuna uğurlamak için gelmeliydiler. Türk halkı vefalı ancak sinema dünyası vefasız" dedi. Usta sanatçı Ekrem Bora ise, Orhan Günşıray'ın son derece farklı ve mükemmel sanatçı olduğunu söyledi. Günşıray'ın kendi gibi oyuncu oğlu, Mahir Günşıray ise babasının bir babadan öte önemli bir sinema sanatçısı olduğunu söyledi. Günşıray'ın cenazesi Atlas Sineması'ndaki törenin ardından Teşvikiye Camii'ne götürüldü.

(Kaynak: Milliyet)

Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde film...

"Hadisa İçin Savaş"

(Bakınız: soL)

29 Ağustos 2008 Cuma

Ekranları pislik götürüyor!...

Halkın sorunlarının üzerini örtmek için yayın yapan televizyonların ekranları, her geçen gün hızla, hem de şimşek hızıyla kirleniyor. İnsanın içerisinde var olan doğal ışığı söndürmek için üzerimize yapay ışıklar serpen ekranlar, o denli pislik yuvası haline geldiler ki, yüreğimizdeki hızı kesmeye dek vardırdılar işi. Bırakınız ekranlara bakmayı, ekran haberlerini okumak bile insanın yaşama sevincini azaltıyor!...

Milliyet gazetesine yansıyan bir pisliği sunuyoruz:


Ekranda rezilliğin bini bir para!


Sema Çelebi, ekranda bağırıp çağırıyor! Karşısında genç bir dekilanlı ve Çelebi hakareti jüri üyeliği sanıyor!

Show TV'de yayınlanan 'Benim Annem Dans Edemez' yarışmasında jüri üyesi Sema Çelebi ile yarışmacı Bertan'ın canlı yayındaki kavgası mahalle kavgalarını aratmadı.

Sinem Kobal ve Mehmet Aslan'ın sunduğu 'Benim Annem Dans Edemez' yarışmasında geçen hafta yaşanan tartışmalara bu hafta yenileri eklendi.

Özellikle jüri üyesi Sema Çelebi ile yarışmacı Bertan arasında geçen hafta başlayan tartışma bu haftaya da damgasını vurdu ve izleyenleri hayrete düşürdü.

Sürekli gergin sözleri ve tavırları ile ekranları başındakileri de geren Sema Çelebi ile her söze bir cevap yetiştirmeye çalışan yarışmacı Bertan arasındaki tartışma uzadıkça uzadı ve seviye yerlere düştü.

Bertan'ın annesi Seher Hanım ile olan dansından sonra canlı yayında yaşanan tartışmadan bazı diyaloglar şöyle:

Sema Çelebi: Yanlışı bir evlada anası öğretir, ben değil...

Seher Koçak: Ama benim oğlum yanlış yapmadı ki...

Sema Çelebi: 'Sema Hanım'ın oğlumu aşağılamasına dayanamıyorum' demişsiniz. Ben sizin oğlunuzu niye aşağılayım?

Seher Koçak: Ama aşağıladınız.

Sema Çelebi: Aslanlar gibi delikanlı işini yaptığı zaman puanını veriyorum, yapmadığı zaman da ağzımdan geleni söylüyorum. Benim işim bu. Beni niye oturttular buraya?

Bertan: Bir saniye bir saniye Sema Hanım, sizi biraz sakin olmaya davet ediyorum.

Sema Çelebi: Ben bitireyim sözümü sen öyle konuş.

Bertan: Bu şekilde konuşamazsınız.

Sema Çelebi: Burası bir yarışma platformu, tamam mı!

Seher Koçak: Burası bir kavga ortamı değil.

Sema Çelebi: Ben bitireceğim siz öyle konuşacaksınız. Kimse bir şey anlamıyor konuşmamdan.

Bertan: Bakın hanımefendi saygı sınırı aşmak istemiyorum, çok afedersiniz, çok rica ediyorum.

Sema Çelebi: Susar mısın Bertan! Bertan susar mısın!

Bertan: (Bağırarak) Mesleğiniz işiniz, bilginiz ne olursa olsun...

Sema Çelebi: (Bağırarak) Bertan susacaksın! Susacaksın!

Bertan: Sizden rica ediyorum biraz sakin olun.

Sema Çelebi: (Bağırarak) Ben konuşacağım ve sen beni dinleyeceksin.

Bertan: Ben susmam sabaha kadar hiç susmam.

Sema Çelebi: Benim görevim burada konuşmak!!!

Bertan: Kelime dağarcığım geniş, konuşurum da konuşurum.

Sema Çelebi: Oğlum burası okul değil, yuva değil bebe eğlendirmiyoruz burada.

Bertan: Annemle böyle konuşamazsın. Bu şekilde yükselemez...

...

Bertan: Çok afedersiniz, özür diliyorum. Sizin ne yapmaya çalıştığınızı anlamıyorum. Biz gerekli mesajı da vermeye çalıştık. Konuşmayacağız dedik bu konuda...

Sema Çelebi: Keser misiniz lüften...

KAYNAK: TELEVİZYON GAZETESİ

(Kaynak: Milliyet)

26 Ağustos 2008 Salı

Uyku tulumundan çıkan röportaj!...


Televizyonlar, uyku tulumu olarak tasarlanıp içinde mışıl mışıl uyumamız için tasarlanmış birer tehlike. İnsanların, toplumsal sorunlardan uzaklaştırılması için kurulan birer bariyer televizyonlar. Yarın kaygısını törpüleyerek, bizi, "şimdi"ye tutsak eden televizyonlar, imal ettikleri palyaçolarla, yaşamımızı renklendirip(!) kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için tüm güçleriyle bizi uyutuyorlar!...

Yukarıda sunduğumuz röportaj da uyumamıza tuz biber olsun diye kotarılmış!...

Hayat kirliliği, ekran kirliliğine dönüştü!...

Kirlenmiş ilişkilerle yürüyen kapitalist yaşam tarzı, ekranlardan bir lağım gibi evlerimize dek nüfuz ediyor. "Jop, pop, top" üçgeniyle insanları tutsak alan kapitalist gösteri dünyası, ürettiği çirkinlikleri pazarlayarak, estetik evrenimizi karartıyor. Özellikle televizyonlar, adeta birer lağım olarak işlev görüyor. İnsani değerleri dumura uğratan televizyonlara kan taşıyanlar, tarihin tozlu raflarının serinliğinden yararlanacaklarını umsalar da, halkın haklı yargısından kurtulmaları olanaksız!...

Milliyet gazetesine yansıyan bir rezaleti okurlarımıza sunuyoruz:


Ekranda reyting rezaleti


Ersoy kardeşler ile Faik Öztürk mahalle kavgasına tutuştu. Ekran başındakileri sinir eden diyaloglar yaşandı. Show TV'de canlı olarak yayınlanan Şarkı Söylemek Lazım yarışmasının final bölümünde Esra-Ceyda Ersoy kardeşler giydikleri kıyafetleri eleştiren Safiye Soyman'ın hayat arkadaşı Faik Öztürk'e inanılmaz sözler söyledi.

Canlı yayında Faik Öztürk de iki genç kıza söylediği sözlerle izleyenleri çok şaşırttı. Safiye Soyman, hayat arkadaşını durdurmaya çalışsa da ekranda hiç hoş olmayan diyaloglar yaşandı.

Faik Öztürk: Arkadaşların...

Ceyda Ersoy: Bence o hiç konuşmasın, yeterince konuştuğunu düşünüyoruz yarışmanın başından beri.

Esra Ersoy: Ben bir şey söylemek istiyorum Faik Bey'e... Yarışmanın başından beri hep sustuk yani, çünkü kendisi ile diyaloğa girmek istemedik. Bize öyle laflar söyledi ki... Kıyafetimize laf söyledi, bizi rencide edecek laflar söyledi. Biz birer aile kızıyız yani bizim ailemizin rahatsız olacağı şeyler söyledi.

Faik Öztürk: Yaaa yavrum aile kızı öyle mi giyinir?

Esra Ersoy: Diyor ki, 'Ben Anadolu çocuğuyum'. Anadolu çocuğu kıyafetle olunmuyor. Anadolu çocuğuyum diyorsa, hayat arkadaşım dediği insanla evlensin. Türk ailelerinde örf ve adetlere göre evlilik dışı beraber yaşamak doğru değildir bence.

Ceyda Ersoy: Türk Anadolu çocuğunu yakışmaz.

...

Esra Ersoy: Faik Bey sürekli bize laf attı. Biz de onun çocukları yaşındayız. Hani bu ayıptır yani...

Ayşe Özyılmazel: Ama belden aşağı vuruyorsun biraz, değil mi? Esra, belden aşağı vuruyorsunuz yani. Hiç hoş değil.

Faik Öztürk: Senin gibi bu toplumda 'aile kızıyım' diye o kıyafetlerle çıkıp şarkı söyleyecek insan yok.

Ceyda Ersoy: Burası sahne, televizyon...

Faik Öztürk: Senin annen, babam gurur mu duyuyor o şekildesin diye... Annen, baban ne diyor sana? Aferin kızım mı diyor...

Esra Ersoy: Benim annem, babam evli.

Faik Öztürk: Baban bile diyordir ki, 'Bu çocuklar ne yapıyor?' diye... O insanların bile boynunu eğmeyin yaaa...

Esra Ersoy: Evlenmişler öyle anne, babam olmuşlar. Hiç çıkmamışlar biliyor musun? Çünkü Anadolu'da bu olmaz. Direk babam annemi istemeye gitmiş, ailesi vermiş, annemle evlenmişler.

Faik Öztürk: Sizin ikinizin sahneye çıkıp şarkı söylemeniz, etmeniz hepsi hoşgörülü olabilir.

Esra Ersoy: Bence hiç karıştırmayalım. Babam yaşındasınız saygı duymak istiyorum. Bence önce Safiye Soyman'la evlenin ondan sonra konuşun siz... Bi susun ne olur, bi susun, bi susun...

...

(Esra, kulaklarını parmakları ile kapatıp dinlemiyor gibi yapıyor.)

Faik Öztürk: Bak bu ukalalığı yapıyorsun, ekran başında seni herkes lanetliyor. Herkes senin şu hal ve hareketinden dolayı... Yakışmıyor, yakışmıyor... (Safiye Soyman, Faik Öztürk'ü susturmaya çalışıyor.) Hanım gibi olun ya...

Esra Ersoy: Evlilik cüzdanınızı gösterin, lütfen...

Ceyda Ersoy: Ucuz reklam yapmayalım.

Faik Öztürk: Ne kadar ukala bir insansınız...

Aysun Kayacı: Faik Bey'in mikrofonunu kısabilir misiniz lütfen! Lütfen Faik Bey'n mikrofonunu kapatır mısınız!

...

Esra Ersoy: Ben onun evliliğini eleştirmiyorum. Ama diyor ki, 'Anadolu çocuğuyum, Türk halkı böyle kıyafetlere ne diyor' diyor. Onun üzerine ben diyorum ki, 'Türk halkı benim kıyafetime bir şey demeden önce senin hayat arkadaşım dediğin insanla evlenmemene' bir şey der yani...

Safiye Soyman: Biz metres yaşamıyoruz. O da evli değil, ben de evli değilim. İkimiz de bekarız. O bizim özelimiz. Evlenir, evlenmeyiz o bizim bileceğimiz iş. O evli olsaydı, ben evli olsaydım onun için söylemeye hakkın vardı.

Esra Ersoy: Aynı evde yaşamıyor musunuz?

Faik Öztürk: Bir dakika, bir dakika. Sen çok mu temizsin?

Kaynak: Televizyongazetesi

(Kaynak: Milliyet)

24 Ağustos 2008 Pazar

Yeni sezon başlıyor; entrikalara ihtiyaç var!

Halkın ilelebet uyuması için uydurulan televizyon dizileri, kapitalist kültürün yozluğunu içselleştirmemizi dayatıyor. Sadece ekranda değil; tüm alanlarda yozluğu dayatan televizyon kültürcülerini lanetliyor, Milliyet'e yansıyan pazarlama biçimini okurlarımıza sunuyoruz:


Dudak dudağa yakalandılar


Televizyon dizilerinin iki ünlü ismi Sanem Çelik ile Nejat İşler'i, geçtiğimiz günlerde Cihangir'de öpüşürken görenler şaşkına döndü.

"Aliye" dizisinde birlikte rol alan Sanem Çelik ile Nejat İşler, yeni bir aşka yelken açtı. Tarabya'daki Hayrola Cafe'de dizinin yönetmeni Kudret Sabancı'yla kameralara yakalanarak "Aliye Skandalı"nın patlak vermesine neden olan Sanem Çelik, aynı dizide birlikte oynadığı Nejat İşler'le Cihangir'de White Niladlı restoranda yemek yedi.Keyifli ve romantik birortamda yemeklerini yiyen Çelik ve İşler, daha sonra çevredeki meraklı bakışlara aldırmadan öpüşmeye başladılar. İkilinin samimi hareketleri ve sık sık öpüşmeleri dikkatlerden kaçmadı. Sanem Çelik ve Nejat İşler, yemek sonrası geç saatlere kadar içki içip keyifli bir gece geçirdi

(Kaynak: Milliyet)
HABER FOTOĞRAFLARI


Yılmaz Güney Kültür Merkezi'nden Kültür Bakanlığı'na tepki


ADANA (01.01.2008)- Adana Yılmaz Güney Kültür Merkezi Derneği üyeleri, dün dernek binaları önünde açıklama yaparak Yılmaz Güney filmlerinin Kültür Bakanlığı arşivinden 'kaybedilmesini' protesto etti. Dernek olarak her hafta Yılmaz Güney filmlerinin gösterimini yapacağını duyurdu.

12 Eylül darbesinin ardından toplatılan Yılmaz Güney filmlerinin geçtiğimiz günlerde DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan tarafından bir soru önergesi ile Meclis gündemine getirilmesi ardından Kültür Bakanlığı, Kaplan'ın sorusuna "İçişleri Bakanlığı'ndan devralınan arşimizdeki film kopyaları, depolama ve saklama şartları yetersizliğinden dolayı yıpranmış durumdadır" cevabı göndermişti. Duruma tepki gösteren Adana Yılmaz Güney Kültür Merkezi Derneği üyesi bir grup, dernek önünde protesto gösterisi yaptı. Yılmaz Güney posterleri taşıyan dernek üyeleri, "Sansüre inat Yılmaz Güney'i yaşatacağız" pankartı açarak, "Daberci generaller sanık sandalyesine" ve "Yılmaz Güney onurumuzdur"dövizleri taşıdı.

Dernek Yılmaz Güney Kültür Festivali düzenleyecek

Dernek adına açıklama yapan Seval Gündoğdu, 12 Eylül darbesinin üzerinden 27 yıl geçtiğini hatırlatarak, yapılan darbenin karanlık yüzünün her geçen gün yeni gelişmelerle ortaya çıktığını söyledi. 12 Eylül darbesinin sürdüğünü belirten Gündoğdu, "TMY ile aydın ve devrimci fikirler yasaklanırken, aydınlar 301. madde nedeniyle yargılanıyor. Polis yasasındaki değişiklikle sokak ortasında infazlar yaygınlaşıyor. Ve halen 12 Eylül yasalarıyla yönetiliyoruz" dedi.

Yılmaz Güney Kültür Merkezi olarak, 12 Eylül darbesinden sonra ve hala sürdürülen Yılmaz Güney sansürüne karşı Güney'i yaşatma mücadelesi verdiklerini dile getiren Gündoğdu, şöyle konuştu: "Açılış amaçlarımızdan biri olan Yılmaz Güney'in yaşamını ve savunduğu değerleri yaşatma mücadelemizi sürdürürken, bu yeni durum ve gelişme karşısında her hafta Yılmaz Güney filmlerini kültür merkezimiz bünyesinde gösterime sunacağız. Ayrıca kentimizde önümüzdeki aylarda bir Yılmaz Güney Kültür Festivali düzenleyerek, bu festivali gelenekselleştireceğiz."

(Kaynak: atılım)

21 Ağustos 2008 Perşembe

Sinan Çetin halt ediyor!...

Not: Başlığı biz attık!... (sinema dergisi)


Sinan Çetin’den temcit pilavı


Yönetmen Sinan Çetin devlet yardımıyla film çeken sinemacıları dilencilik yapmakla suçladı. Çetin, 1994’te de “devletten yardım isteyen fakir sinemacı eşektir” sözüyle ortalığı karıştırmıştı.

soL (HABER MERKEZİ) TRT’nin Radyo Televizyon Dergisi’ne konuşan Sinan Çetin, devletin “Recep İvedik” gibi popüler filmlerin gelirinden oluşturduğu havuzdan para yardımı alan sinemacıların “dilencilik” yaptığını iddia etti. Bu filmlere “sanat filmi” denmesini hazmedemeyen Sinan Çetin, sanatın toplumsal olamayacağını, para kazanmayan, ticari ve bireysel olmayan sanatın bir işe yaramayacağını da savundu. “Recep İvedik’in parasıyla film çekiyorlar, sonra da ona küfrediyorlar” diyen Çetin, karakterin yaratıcısı “Şahan Gökbakar gibi yeteneklerin değerli olduğunu ve kullanılması gerektiğini” söyledi.

Her dem aynı terane

Sinan Çetin rüzgara göre yön değiştiren liberal kimliği ve her döneme uygun kapitalizm hayranı üslubu ile sık sık açıklamalarda bulunuyor. Artık çok şaşırtıcı olmayan bu açıklamalar, Sinan Çetin’in 22 Temmuz seçimlerinden sonra “muhalif kimliği nedeniyle” AKP’ye oy verdiğini belirtmesinin ardından artış gösterdi. Çetin adı geçen açıklamada, yaşadığı “sosyetik” ortamda AKP’ye oy vermiş olmanın ne kadar zor olduğunu belirtmeyi de ihmal etmemişti.

Sürekli olarak muhalif ve anarşist olmakla övünen Sinan Çetin, daha önce de Tansu Çiller’in danışmanlığını yapmış, sonra bu işi, “Dışarıda kalmayın, bu ülkeye hizmet etmek istiyorsanız gelin” diyen Çiller’e samimiyetle inandığı için yaptığını söylemişti. Ancak bir süre sonra işlerin yürümediğine karar verip “aynı samimiyetle” bu görevinden ayrıldı. Bir “sol” geçmişten geldiğini sıkça vurgulayan Çetin, geçmişini inkar etmek konusunda bayrağı kimseye kaptırmıyor. Bu anlamıyla Çetin, “her devrin adamı” ünvanını elinde bulunduruyor.

Çetin kimi kastediyor?

Sinan Çetin’in saldırgan eleştirisindeki devlet destekli filmler ifadesi, AKP’li İnebolu Belediye Başkanı’nın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret içerdiği iddiasıyla yönetmenini kentten kovduğu, Kültür Bakanlığı desteğiyle çekilen “Son Kumsal” filmini akıllara getiriyor. Çetin’in “ama muhalif” AKP’ci kimliği ve her dem liberalizme tapınan açıklamaları düşünüldüğünde “Son Kumsal” gibi devlet destekli filmlere karşı olmasının nedeni de anlaşılıyor. Çetin genel olarak ticari olmayan filmlere de karşı çıkarak “Sanat para kazanmak içindir” diyor.

Biz bu sözleri hatırlıyoruz, ya siz?

Sinan Çetin, 1994 yılında söylediği “Devletten yardım isteyen fakir sinemacı eşektir” cümlesiyle sinema derneklerinin ve örgütlerin tepkisini çekmişti. Kendisine en ağır yanıtı Film Yapımcıları Derneği Genel Sekreteri olan ağabeyi Sabahattin Çetin vermiş, Sinan Çetin için “Medya maymunu, ruhunu satıyor, tanrısı para, küfürbaz, aynı soyadını taşımaktan rahatsızım” ifadesini kullanmıştı.

İyi film kötü film nedir, Sinan Çetin iyi bilir

Türk sinemasında incelenmeye değer filmlerden bazılarında imzası bulunan Çetin, yıllar geçtikçe serbest piyasanın rüzgarıyla reklam yönetmenliğine ağırlık verdi. En çok para kazandığı işi yapmayı seven ünlülerin yönetmeni Çetin, konuşma hakkını her elde ettiğinde kapitalizmin kurallarına sonuna kadar bağlı olduğunu belirtmekten kaçınmadı.

Üretim anlayışını “Bir şey çok satılmışsa, çok seyredilmişse içinde mutlaka bir sanat vardır. Biz, yaygın entelektüel anlayışın dışında, kitlelere yayılan şeylerin çok değerli olduğunu düşünüyoruz. Bu hem reyting hem de bilet anlamında” sözleriyle açıklayan Çetin, daha önceki açıklamalarında da “Doğru sistem kapitalizmdir, boyun eğmeyen akılsızdır” türünden ifadeler kullanıyordu. Çetin, bildiği kadarıyla teoriden ve ideolojiden sık sık bahsederken konuyu Marksizme getirmeyi ve dili döndüğünce eleştirmeyi ihmal etmiyor.

Çetin’in Marksizm ve sosyalizm üzerine ahkam kestiği bir röportajındaki ifadeleri ibret verici nitelikte: “Sosyalizmin özünü söylüyorum: Korkunç bir nifak teorisi, yaratan, üreten, iş yapan, kâr edeni yasaklayan bir sistemdir. Ben bu sistemi yani korkunç bir nifak teorisini reddettim. Sosyalizmde işadamı yasaktır. Ben yasağın olduğu bir sistemi reddettim. Ne çirkin bir yasak düşünsene, Sinan Çetin olmak yasak. Tek bir şey serbest: Üleşelim, bölüşelim, paylaşalım. Kim üretiyor?

Ne içiyor, ne yiyorsak çıkar yüzünden olmuştur. Bu yüzden çıkar hayatımızın en gerekli şeyidir ve yine bu yüzdendir ki kâr hayatımızın en kutsal kavramıdır. Maddi çıkar aslında hayatın yaratıcısı, renklendiricisi, insanların kutsal kavram olarak algılamaları gereken şey olmalıdır. Çünkü her şey kârdan ortaya çıkıyor. Evet, benden şunu duymak istiyorlar: ‘Bundan sonra bütün sinemamı halkıma adıyorum, onlar için sinema yapacağım.’ Hayır ben filmlerimi kendim için, para kazanmak için yapıyorum. Bundan da gurur duyuyorum. Kâr etmeyen adam hırsızlık yapıyordur. Bir yerde ahlaksızlık yapıyordur.”

(Kaynak: soL)

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Kitlelere söylenen yeni ninniler...

İnsanların derin uykuya dalması ve bu derin uykudan ilelebet uyanmaması için kullanılan ninnilerden biri de sinema!... Emperyalist tekellerin çekincesizce desteklediği sinema canbazları, dünyanın her yerinde cirit atıyor. Öyle ki, ülkemizde de Fatih Ürek ve Aysun Kayacı'ya bile, kitlelere yeni ninniler söylemek için görev düşüyor!...

Milliyet'teki ilgili haberi okurlarımıza sunuyoruz:


''Şeytanın Papucu''nu ters giydirirlerse!


Turgut Yasalar ile Hilal Bakkaloğlu’nun yönettiği ve Fatih Ürek, Aysun Kayacı, Barış Falay ile Yılmaz Gruda’nın oynadığı Şeytanın Pabucu, 5 Aralık'ta vizyona çıkarılıyor.

Film, ilerlemiş yaşına rağmen yaşlı ablası Nebahat ile birlikte yaşayan, zamanını kumarda ve altı ganyanda para kaybederek geçiren Burhan’ın trajikomik hikâyesini anlatıyor. Oyun içinde oyunların oynandığı, bir sürü sahte kimliğin kol gezdiği, dolandırılan dolandırıcıların bir ipte cambazlık yapmaya kalktığı bir atmosferde geçiyor. Biraz sirk tadında, tam bir maskeli baloyu andıran bu ortamda filmin kahramanları “şeytana pabucunu ters giydirmeye” çalışıyorlar.

(Kaynak: Milliyet)

(Ayrıca bakınız: BIGGCINEMA)

Umarız imtiyaz yoktur!...

Not: Başlığı biz attık!... (sinema dergisi)


Budapeşte'de ''Türk Filmleri Haftası''


Türkiye Film Yapımcıları Meslek Birliği (FİYAP), Macaristan’da Türk Filmleri Haftası düzenleyecek.

FİYAP Başkanı Galip Gültekin, Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de yaptığı temaslarının sonunda, eylül ayı sonunda Türk Filmleri Haftası düzenleyeceklerini söyledi.

Budapeşte’nin ünlü Urania Sinema Sarayı’nda düzenlenecek haftada 8 Türk filmi Macar sinemaseverlerin beğenisine sunulurken, filmleri gösterilen sinema sanatçıları, yönetmenler ve yapımcılar da Budapeşte’ye gelecek. Budapeşte’de 2002 yılında Türk Filmleri Haftası düzenlendiğini hatırlatan FİYAP Başkanı Gültekin, Macaristan’da yönetmenler Fatih Akın ve Ferzan Özpetek’in çok tanındığını, diğer Türk yönetmenlerinin de tanıtılmasının gerektiğini ifade etti.

22-27 eylülde düzenlenmesi planlanan film haftası kapsamında her gün iki Türk filmi gösterilecek. Urani Sinema sarayı’nda kurulacak FİYAP standında ise Macarca dağıtılacak broşürlerle Türk filmleri tanıtılacak. 22 eylülde yapılacak gala gecesine, Macaristan Kültür Bakanı ve Macar sinemasının önemli simalarının da katılması bekleniyor.

(Kaynak: Milliyet)

15 Ağustos 2008 Cuma

DIGITURK iyice küstahlaşıyor!...

Emek değerlerinin yok edilmesi için yayın yapan DIGITURK, emek düşmanlığını ileri boyutlara taşıyor. DIGITURK'ün, soL gazetesine yansıyan ahlaksız teklifini okurlarımızın dikkatine sunuyoruz:


Digitürk'ten ahlaksız teklif!


Programına aldığı yabancı film ve dizilerin çevirmeninden, telif hakkı bir başkasında bulunan dublaj çevirilerini altyazıya çevirerek intihal yapmasını isteyen Digitürk, talebi reddeden çevirmenin işine son verdi.

soL (HABER MERKEZİ) Çeşitli televizyon kanallarını bünyesinde barındıran özel medya şirketi Digitürk'ün de aralarında bulunduğu birçok kurum adına film ve diziler için altyazı çevirisi yapan 27 yaşındaki çevirmen Ali Ünal, Digitürk'ün intihal talebini geri çevirince işinden oldu. Ünal, soL'a yaptığı yazılı açıklamada, Digitürk'ün tavrını çevirmenlere, mesleğe ve etik kurallara saygısızlık olarak niteledi.

"Sen yapmazsan yapanı buluruz"

Ali Ünal, açıklamasında olayı şöyle anlattı: "Altı yıldır sürdürdüğüm mesleğimde, festivaller için yaptığım film çevirilerinin yanı sıra, bir yıldan bu yana Digitürk için film altyazı çevirisi yapmaktaydım. Ancak buradaki işimden, bu ay içinde ayrılmak durumunda kaldım, daha doğrusu 'ayrılmak zorunda bırakıldım'. Digitürk, Ağustos ayı itibariyle 'U-571' adlı filmin dublaj çevirilerinin kendilerinde olduğunu söyleyerek, benden bu dublaj metnini altyazı çevirisine 'dönüştürmemi', kendi deyimleriyle 'redakte etmemi' istedi. Redaksiyon, 'yazılmış bir metin üzerinde gereken düzeltmeleri yaparak yazıyı yayıma hazır duruma getirme' olarak tanımlanmıştır, ancak Digitürk'ün benden istediği, 'U-571' filminin daha önce yapılmış olan ve bir telifi barındıran dublaj çevirisinin, yine bir telifi barındıracak olan altyazı haline getirilmesidir. Bu işlemin adı redaksiyon değildir. Birinden birine 'dönüştürmenin' adı redaksiyon değil, intihal, yani eser hırsızlığıdır. Digitürk, dublaj çevirisini yaptırmış olduğu çevirmenin eserine, yukarıda da belirttiğim üzere, canının çektiğini yapabileceğini sanmaktadır. Bir yönetmenin çektiği film, nasıl başka bir yönetmen tarafından kesilip değiştirilemiyorsa, çeviri de sahibinin izni olmadan hiçbir şekilde değiştirilip kullanılamaz ki, aslına bakarsanız, hiçbir sosyal güvencesi, iş güvencesi olmayan biz çevirmenlere, baskı altında sözleşme imzalatan bu tür kurumlar karşısında 'izin' kavramı da anlamını yitirmektedir."Digiturk yetkililerine, filmin altyazı çevirisini özgün metinden yapabileceğimi belirtmiş olmama rağmen, bu uygulamanın bir rutin olduğunu, başkasına yaptırabileceğini ve bu işi yapamayacaksam bana başka iş de veremeyeceklerini ifade etmekle yetindiler. Ben de kararımdan dönmediğim için bu tartışma sürecinin sonunda fiilen işten çıkarılmış oldum. Şahsıma gösterilen bu tavrı, bütün çevirmenlere gösterilmiş olarak kabul edip, altyazı ve dublaj çevirmenlerinin, hem ulusal hem de Türkiye'nin imza koyduğu uluslararası düzenlemelerle belirtilmiş özlük haklarına saygı duymayan Digitürk'ü kınıyorum."

"Altyazı ve dublaj çevirmenleri sömürülüyor"

Ali Ünal, açıklamasında, Türkiye'de altyazı ve dublaj çevirmenliği yapan emekçilerin durumuna da değinerek, mesleğin televizyoncular ve taşeron firmalar tarafından, kitap çevirmenliğinden farklı bir yerde algılandığını, bu çevirmenlerin televizyon kanallarının çalıştırdıkları "eleman" olarak görüldüklerini söyledi.

Ünal, "şirketler, kimi zaman zorla imzalattıkları mali hak devir sözleşmelerinde gerek Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, gerek Türkiye'nin imza attığı uluslararası anlaşmalarca mümkün olmayan bir biçimde kendilerini 'eser sahibi' ilan edebilmektedirler. Oysa hukuki açıdan eser sahipliği devredilemez bir özlük hakkıdır ve çeviri de bir eserdir. Kitapların, çevirmenlerin adları yazılmadan yayımlanmasının mümkün olmadığı bir çeviri dünyasında, altyazı ve dublaj çevirmenlerinin adlarının reji akışında bile yazılmaması açık bir şekilde manevi hak gaspıdır" dedi. Mevcut uygulamada telif hakkının manavdan alınan bir kilo elmanın karşılığında verilen ücret gibi görüldüğünü, oysa telif hakkının yapılan bir işin karşılığı olarak ödenen paradan daha geniş bir kapsamı ifade ettiğini belirten Ünal, "mali hakkını satın aldığınız bir esere canınızın istediğini yapamazsınız. Ancak ülkemizde kendilerine bu kadar geniş oyun sahası biçen televizyonlar ve taşeron dublaj şirketlerinin tutumlarından kaynaklanan mevcut koşullar, altyazı ve dublaj çevirmenlerinin bütünüyle aleyhinedir. Benim işten çıkmak zorunda bırakılmam da benzer bir sürecin sonucudur" yorumunu yaptı.

(Kaynak: soL)

14 Ağustos 2008 Perşembe

Sinan Çetin'in oğlu eğlenmiş!...

Sıradan birinin oğlu olsaydı, haber konusu olmayacaktı. Sinan Çetin'in oğlu olduğu için haber konusu olmuş. Milliyet'ten aktarıyoruz:


Sinan Çetin'in oğlu burun kırdı

Sinan çetin'in oğlu Rüzgar Çetin, önceki gece Anjelique'de aynı masayı paylaştığı Aycan Cevahir'in kafasında içki bardağı kırdı. Çıkan kargaşada Cevahir'in burnu kırıldı. Aynı gruptaydılar Ünlü yönetmen-yapımcı Sinan Çetin'in oğlu Rüzgar Çetin, arkadaş grubuyla önceki akşam İstanbul'un ünlü eğlence mekanı Anjelique'e gitti. Grupta, İbrahim Cevahir'in yakın akrabası olan Aycan Cevahir de vardı. Bir süre sonra grup arasında kavga çıktı. Kavga esnasında Rüzgar Çetin, elindeki içki bardağını Aycan Cevahir'in başında kırdı.

Deniz taksiyle kaçtı

Kanlar içinde kalan Aycan Cevahir, acilen Amerikan Hastanesi'ne götürüldü. Yapılan tetkiklerde Cevahir'in burnunun kırıldığı tespit edildi. Rüzgar Çetin ise, olayın büyümesi üzerine deniz taksiyle mekandan kaçtı. Yaşananlar üzerine, Aycan Cevahir'in babasının Sinan Çetin'i telefonla arayıp bağırdığı ileri sürüldü

(Kaynak: Milliyet)

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Yumurta mı filmden, film mi yumurtadan çıkar?...

Hilmi Bulunmaz
11 Ağustos 2008


Sinemaya çok sıcak bakan biri değilim. Daha yerinde bir deyişle, sanata uzaklaştıkça, sinemadan nefret ediyorum. Sanata yaklaştıkça, içime kıpırtılar doluyor...

Sinema sitesi açtığımdan bu yana, daha çok film izlemeye çalışıyorum. Ne yazık ki, izlediğim filmlerin çoğu berbat. Sanattan uzak. Ödüle yakın!...

Yumurta da nefret ettiğim, beğenmediğim, sanattan uzak filmlerden biri. Hiçbir anlamı olmayan, çekilmek için çekilmiş bir film. Belki de para yardımı alıp köşeye dönmek için çekilmiş olabilir. Bu yanıyla şimdilik ilgilenmiyorum...

Nuri Bilge Ceylan'ın saçma filmlerine öykünen, bu yönetmenin üçüncü dereceden taklidi bir yönetmen tarafından "üretilmiş" bir film Yumurta. Tıpkı Ceylan filmlerinde olduğu gibi, başrolda "sıkıntı" var. İki anlamsız oyuncunun, iki anlamsız tip çizmeye çalıştığı, anlamsız bile olsa hiçbir konu içermeyen, niçin çevrildiğini anlayamadığım film için, bazı izleyici görüşlerini dikkatinize sunuyorum:


Damla Çelikkaya
07.08.2008
Konusunu okudum. Çok da ilgimi çekti; ama boşa geçen bir buçuk saat.... İnanın o kadar sıkıldım ki, filmi seyrederken sırf sonunda farklı bi numarayla bizi etkilerler mi diye bekledim; ama nerde! Çok sinir oldum açıkçası. Bu ne ya; konu yok, olay yok, donuk sönük bir film; hiç bir anlam ifade etmiyor.

Bekir Aybakır
15.07.2008
Hayal kırıklığı. Bu ödüllerin neye göre verildiğini çok merak ediyorum. Türkiye'den ödüllü film izlemeye tövbe ettim. Ne konu var ne olay var ne diyalog var ne sürükleyicilik var. Filmde hiçbir şey yok. Tamam filmin psikolojik ve biyografik olduğunu anlıyorum ama sırf birinin hayatı ya da hayalleri anlatılıyor diye kamera açısı şöyle ışığı böyle diye film abartılmaz ki.kaldı ki onların güzelliği de tartışılır. Filmi izlediğimde anladığım tek şey 1.5saatin boşa geçmiş olduğuydu. Zamanında şu sözleri biraz kırıcı bulmuştum ama bu filmin bu kadar pohpohlanmasının üzerine cuk oturacak: "Yerim portakalını da, film festivalini de, lalesini de."

Cenk Tolga İçlioğlu
04.07.2008
Bu film 1 puanı bile haketmiyor. "Filmin konusu neydi?" diye sorsalar anlatacak konusu bile yok. Ne kadar basit bir toplumuz ki, böyle ucubeleri ödüle boğuyor, insanları kandırıyoruz. İnsanların verdiği paralara, harcadığı zamana yazık. Filmdeki kırmızı renkli Skoda Favorit bile Nejat İşler'den daha iyi oyunculuk sergilemiş:)))

Hicabi köse
01.07.2008
Kürşat Kanıgür arkadaşımıza katılıyorum. Filmi ödüllü diye sonuna kadar izleme gafletinde bulundum. Harcadığım zamana yanıyorum. Filmi beğenip de ballandıran, ödül veren, 10 puan veren insanları da anlamış değilim. Demek ki entelektüel olduğunu göstermenin bir diğer yolu da boş ve anlamsız şeyleri güzel ve beğenilir bulmak. Allah aşkına şu filmde Nejat İşler sigara içmek ve araba kullanmaktan başka ne yapıyor? Hayatımda gördüğüm en saçma film. İzlemeyi düşünenler kesinlikle vazgeçsinler, çok pişman olurlar.

(Kaynak: intersinema.com)

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Filmciler katliam yaptılar!...

İnsan haklarına önem vermeyen bir ülkede, filmciler de iktidar gibi davranıyor. Ceplerini doldurma hesabıyla hareket eden filmciler, atların ölümünden adeta keyif alıyorlar. Milliyet'e yansıyan haberi okurlarımızın dikkatine sunuyoruz:


Film çekimi sırasındaki atı öldürdüler

Ersan KÜÇÜKKURU/ÇANAKKALE, (DHA)

DOĞAYI ve Hayvanları Koruma Derneği (DOHAYKO) Çanakkale Temsilcisi Sitare Şahin, ‘Saddam'ın Askerleri Kara Güneş’ adlı filmin çekimleri sırasında, bir kamyonetin arkasına bağlanıp sürüklenen atlardan birinin telef olmasını “Vahşet” olarak niteleyerek, savcılığa suç duyurusunda bulundu.

Yönetmenliğini Gani Rüzgar Şavata'nın yaptığı, manken Tuğba Özay ve oyuncu Yalçın Dümer'in başrollerini paylaştığı ‘Saddam'ın Askerleri Kara Güneş’ adlı filmin Malatya'daki çekimleri sırasında, kamyonet arkasına bağlanan iki attan biri sürüklenerek telef olması hayvanseverlerin tepkisine neden oldu. Olayı televizyon ve gazetelerdeki haberlerden öğrenen DOHAYKO Çanakkale Temsilcisi Sitare Şahin, film çekimi sırasında meydana gelen bu olayın Hayvanları Koruma Yasası'na aykırı olduğunu kaydetti. Şahin, AB üyelik sürecinde bulunan ve uygar dünyanın bir parçası olmayı hedefleyen Türkiye'de, bu tip görüntülerin ülke imajı için ciddi sorunlar oluşturduğunu ileri sürerek, şunları söyledi:

“Dernek olarak konuyla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulundum. Filmin yapımcısı, yönetmeni ve oyuncularının 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Yasası'nın ilgili maddelerini ihlal ettikleri gerekçesiyle cezalandırılmalarını talep ettim. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na da dilekçe göndererek, olayla ilgili soruşturma açılmasını istedim. Gereği yapılmadığı takdirde, bu vahşete resmi kurumların da sessiz kalması halinde konu derneğimizce tüm AB ülkeleri nezdinde paylaşılacaktır” diye konuştu.

(Kaynak: Milliyet)

7 Ağustos 2008 Perşembe

Farklı seslere katlanmak gerekiyor...

Bütün televizyon kanallarının birbirinin fotokopisi olduğu günümüzde, Hayat TV, farklı bir renge sahip. Egemenler farklı sese tahammül edemiyorlar. Egemenler Hayat TV'ye tahammül edemiyorlar. Tüm tahammülsüzlüklere karşın, Hayat TV yoluna devam ediyor...

atılım'dan aktarıyoruz:


Hayat Tv yeniden yayına başladı


İSTANBUL (07.08.2008)- “Bölücü içerikli yayın yaptığı” iddiası 16 Temmuz'da frekansı hukuksuz biçimde iptal edilen Hayat Tv, yeniden yayınına başladı.

Hayat TV'nin tekrar yayına başlaması için günlerdir süren eylemler sonuç verdi. Dün akşam saat 23.00 sularında tekrar yayına başlayan Hayat TV, izleyenleriyle buluştu. Aralık 2007'de yayın hayatına başladıktan sonra geçtiğimiz 16 Temmuz'da yayını Türksat tarafından hukuksuz biçimde kesilen Hayat TV tekrar yayına başladı. Mahkeme kararına dayanmaksızın ve herhangi bir bilgi verilmeksizin alınan karar, Hayat TV yetkilileri tarafından muhalif yayınlara yönelik sansürün bir parçası olarak değerlendirilmişti.

(Kaynak: atılım)

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Sinematürk de sisteme su taşıyor!...

Kanıksanmış yayın anlayışının dışına çıkma düşüncesi olmayan sinema dergilerinden biri de Sinematürk...

İnsanlığın ileri gitmesini engeleyen egemen sinema anlayışını sorgulama derdi olmayan Sinematürk, eski sinema anlayışını kırparak, yeni anlayışa sahipmiş yanılsaması yaratıyor...

Her şeye karşın, bir sinema yayını olduğu için ilgilendiğimiz dergiyi, Radikal gazetesi üzerinden tanıtıyoruz:


Yeni Türk filmleri Sinematürk'te


Temmuz-Ağustos sayısı çıkan Sinematürk dergisi, Agah Özgüç'ün kaleminden “Yapım Aşamasındaki Türk Filmleri” dosyası ile gelecek ayların Türk filmlerine ışık tutuyor

İSTANBUL - Sinematürk dergisi, Temmuz-Ağustos sayısında ilginç konu ve dosyalarıyla sinemaseverlerle buluşuyor. Agah Özgüç, 2008 sezonunun ilk yarısını değerlendirirken, “Yapım Aşamasındaki Türk Filmleri” dosyası ise önümüzdeki aylardaki Türk Sinemasına ışık tutuyor.

Dergide ayrıca , Alican Sekmeç’in kaleminden, değerli sinema adamlarımızdan biri olan Vedat Örfi Bengü hakkında kapsamlı bir araştırması ve Ali Özuyar’ın Türk Sinemasında Bodrum ve Sinema Yıldızı dergisi üzerine araştırmalarıyla; Orhan Ünser’in sinemamızda aynı rollerde oynayan farklı oyuncuların yer aldığı filmlere, rollere ve söz konusu oyunculara yer verdiği incelemesi yer alıyor.

(Kaynak: Radikal)

5 Ağustos 2008 Salı

Coşkun Büktel ile Kemal Demirel söyleşisi


Kemal Demirel ile söyleşi from Cemal Bulunmaz on Vimeo.
Garan'a Saygı

MAO TSE-TUNG'UN SIRA ARKADAŞI VE LEON TROCKI'NİN ÖĞRENCİSİ FADIL GARAN'IN İNTERNETTE İLK FOTOĞRAFI

Fadıl Garan (1903-198?)

Fotoğrafı çeken: Barış Büktel

(Osman F. Seden'in 1956 yapımı "İntikam Alevi" filminden)

Onu, Metin Erksan'ın "Sevmek Zamanı (1965) filminden tanıyorsunuz

Fadıl Garan, 1950 ve 60'lı yıllarda, bazı Yeşilçam filmlerinde küçük roller oynadığını gördüğümüz, adını ve yüzünü unuttuğumuz bir oyuncu. Onu en çok "Sevmek Zamanı"ndaki, ut da çalan, duvar boyama ve süsleme ustası olarak hatırlıyoruz. (Fadıl Garan'ın filmografisi için, lütfen tıklayınız!)

DVD'si piyasaya çıkıp da, Metin Erksan'ın "kült film" olarak tanımlanan "Sevmek Zamanı" yeniden gündeme gelince, (DVD için yapılmış özel röportajda Metin Erksan tarafından verilen bilgiye göre, "Mao Tse-Tung'la birlikte Leon Trocki'nin öğrencisi olduğunu öğrendiğimiz) bu unutulmuş oyuncu hakkında bilgi edinmek için küçük bir internet araştırması yaptık. Ve Garan'ın ancak 11 filmlik bir filmografisine ve 1903'te doğduğuna ve 1980'lerde öldüğüne ilişkin bir bilgiye ulaştık. (GÜNCELLEME 2 Ağustos 2008: Garan, bir ara Dostlar Tiyatrosu'nda da oynamış. Örneğin, "Bitmeyen Kavga"da Anderson rolündeymiş.) Araştırmamız sırasında Fadıl Garan'ın, internette bir tek fotoğrafının bile bulunmadığını da fark ettik.

İnternetteki bu eksiği (düşük kaliteli bir fotoğrafla da olsa) derhal gideriyor ve Garan hakkında daha fazla bilgiye ve daha kaliteli fotoğraflara sahip olan kişileri, ellerindeki belgeleri sitemize ya da başka sitelere göndererek, sinema seyircileriyle paylaşmaya davet ediyoruz.

"Sevmek Zamanı"nın DVD'si için yaptığı söyleşide Metin Erksan, filmin senaryosunu tek başına yazdığını, üstüne basarak vurguladığı ve DVD'de film, orijinal jeneriği yerine, sonradan üretilmiş bir jenerikle sunulduğu için, senaryo konusunda da küçük bir araştırma yaptık. IMDB'de bile, filmin tek senaristi olarak Metin Erksan gösteriliyordu. Ama vickipedia ansiklopedisinin, "Sevmek Zamanı" sayfasında, filmin senaristi olarak iki kişinin adları yer almaktaydı: Metin Erksan ve Kemal Demirel.

Kemal Demirel'e telefonla ulaşıp "Sevmek Zamanı"nı kimin yazdığını sorduk. Sayın Demirel, öyküyü kendisinin yazdığını, senaryoyu ise Metin Erksan'la birlikte yazdıklarını söyledi. Sormamız üzerine, elindeki somut kanıtlardan da söz etti.Bu konularda duyarlı olduğumuz, bizim tarafımızdan Uğur Yücel'e karşı açılmış ve beş yıldır sürmekte olan "Jigolo ve Alacakaranlık davası"ndan da anlaşılabilir. Sezar'ın hakkı Sezar'ın olsun amacıyla konuyu derinleştirmek arzusunu duyduk ve Kemal Demirel'den yüz yüze bir görüşme için randevu talep ettik. Sayın Demirel'le muhtemelen Pazartesi günü buluşacağız.

Coşkun Büktel / 2 Ağustos 2008 Cumartesi.

4 Ağustos 2008 Pazartesi

Bulunmaz Tiyatro'da doğaçlama çalışması


Oyunculuk çalışması (27.07.2008) from Cemal Bulunmaz on Vimeo.
Videomuzu 50 kişi izledi.

Televizyonun iğrençlikleri!...

Halkın estetik bilincinin dumura uğraması için yayın yapan televizyonlar, her geçen gün iğrençleşiyorlar. Mehmet Ali Erbil gibi iğrenç espriler yapan zavallılar sayesinde ayakta duran televizyonlar, halkın yakıcı sorunlarının gölgelenmesi için her türlü çabayı gösteriyorlar. Milliyet gazetesine sızan bir iğrençliği okurlarımızın dikkatine sunuyoruz:


Canlı yayında porno muhabbeti


Çarkıfelek yarışmasında hosteslik yapan Esra Ersoy ile Mehmet Ali Erbil öyle bir muhabbete başladıki okuyup şaşıracaksınız!

Çarkıfelek yarışmasında hosteslik yapan Esra Ersoy, kendisine takılan Mehmet Ali Erbil'e 'Çok terbiyesizsiniz' dedi. Erbil, Esra'yı sahne arkasına davet etti, Esra'nın imalı sözleri herkesi güldürdü.

Kanal 1 ekranlarında yayınlanan Çarkıfelek programına Hande Ataizi, Ümit Besen ve Zeynep Dizdar konuk oldu.

Şarkı Söylemek Lazım yarışmasında Esra-Ceyda Ersoy kardeşlerin koçluğunu yapan Ümit Besen'in kardeşler ile ilgili sözlerini espriye vuran Mehmet Ali Erbil, "Ümit ağabey bunları alıyor,çimene götürüyor" diyerek imalı konuştu.

Ümit Besen, oranın Metin Özülkü'nün evinin bahçesi olduğunu belirterek, orada resim çektirdiklerini anlattı.

"Çok fotoğrafları var mı elinizde?" diye soran Mehmet Ali Erbil, Ümit Besen'in "Çok güzel fotoğraflar çektik" sözü üzerine bir zamanlar meşhur olan Alman porno filmlerine gönderme yaparak, "Onları getirsen de ben seslendirsem" dedi ve Almanca konuşuyor gibi yaptı.

Erbil'in bu yaklaşımına bir hayli gülen Esra Ersoy, "Çok terbiyesizsiniz" diye konuştu.

Ünlü şoven ise, "Aaaa... Ben ne dedim şimdi bak. Almanca bir şey dedim, sanki bir anlama mı gelir. Hiç o filmlerde benim sesimi duymadın mı?" diyerek şovunu yaptı.

ARKADA KAÇ KERE GELDİM BİR ŞEY OLMADI

Esra Ersoy, bir şey söylemeye niyetlenip vazgeçince Mehmet Ali Erbil, "Arkada anlatırsın sonra bana, çıplak sesle ama" dedi. Daha sonra programda şu ilginç diyaloglar yaşandı.

Esra Ersoy:Aklıma çok komik bir şey geldi.

Mehmet Ali Erbil:Anlatsana.

Esra Ersoy:(Gülerek) Yok neyse anlatmayım.

Mehmet Ali Erbil:Arkada anlatırsın sonra bana.

Esra Ersoy:Tamam.

Mehmet Ali Erbil:Çıplak sesle ama.

Esra Ersoy:Burada anlatmayı tercih ederim.

Hande Ataizi: Niye, Mehmet Ali çok mu korkulan biri yani.

Esra Ersoy:Hayır.

Mehmet Ali Erbil:Hande beni anlatsana şuna.

Hande Ataizi:Sen uslanmışsın kuşum artık evli barklısın...

Mehmet Ali Erbil:Arkada benden korkar mısın?

Esra Ersoy:Hayır canım, kaç kere geldin hiçbir şey olmadı.

Mehmet Ali Erbil:(Gülerek) Gördünüz işte temize çıktım. Kız kaç kere geldi 'öküz' ööö...

Kaynak: Televizyongazetesi

(Kaynak: Milliyet)

Hilmi Bulunmaz'ın yazısı...

İftiradan yana olmak
yada
iftiradan yana olmamak

Yeni Tiyatro
dergisinde

Sayı: 6 / sf. 29-37 (9 sayfa)

Bulunmaz ile Şimşek konuşuyor...


Hilmi Bulunmaz'ın konuşması (03.08.2008) from Cemal Bulunmaz on Vimeo.

3 Ağustos 2008 Pazar

Para için herşeyi yapabilecek mantık!...

Bizim verdiğimiz vergilerden avanta almak için film çeken o denli insan var ki!... Estetik bilinç yoksunu bu insanları, insan haklarına önem vermeyen hükümetler de destekliyor. Kültür Bakanlığı'nın çanağını yalamak için film çekenler, her geçen gün artıyor. Sadece insanları değil, hayvanları da para kazanma emellerine alet ediyor bu tür insanlar. Eğer aşağıdaki iddia gerçekse, Kültür Bakanlığı'nın durup düşünmesi ve bizim verdiğimiz vergilerin hesabını vermesi gerekiyor...

Milliyet'ten aktarıyoruz:



POSTA

Gani Şavata’nın yönetip manken Tuğba Özay ile başrolünü oynadığı ‘Saddam’ın Askerleri Kara Güneş’ filminin çekimleri Nisan ve Mayıs’ta Malatya’da yapılmıştı.

Henüz gösterime girmeyen filmin çekimleri sırasında bir atın sürüklene sürüklene öldürüldüğü iddiası var. Senaryo gereği bir kamyonetin arkasına bağlanıp sürüklenen atın kanlar içinde kaldığını gösteren fotoğraflar da ortaya çıktı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan destek alan filmin başrol oyuncusu Tuğba Özay, atın ölmediğini iddia etti.

(Kaynak: Milliyet)

2 Ağustos 2008 Cumartesi

Hayat Tv'ye sansür devam ediyor

İSTANBUL (02.08.2008)- Hayat Televizyonu Genel Yayın Koordinatörü İskender Bayhan, yayınlarının Türksat tarafından yasadışı bir şekilde kesilmesinin 17. gününde sansüre derhal son verilmesini istedi.

Hayat Televizyonu Genel Yayın Koordinatörü İskender Bayhan yazılı bir açıklama yaparak Hayat Tv'ye yönelik keyfi uygulamayı protestıo etti. Bayhan, “Hiç bir hukuki sürece, soruşturmaya veya somut bir tespite dayanmadan alınan bu karara yaptığımız yazılı itirazımız Türksat tarafından kabul edilmiş, ancak hala bu uygulamadan vazgeçilmemiştir” dedi. Kararın hemen ardından İçişleri Bakanlığı, RTÜK ve bağlı olduğu Devlet Bakanlığı ve Ulaştırma Bakanlığı görüştüklerini söyleyen Bayhan, gerekçe ve iddianın gerçeği yansıtmadığı gördüklerini söyledi.

İddianamenin asılsız olduğunun tutanaklarda da ortaya çıktığını söyleyen Bayhan hazırlanan raporlarda da aksi bir iddia bulunmadığını ifade etti. Bayhan, yetkililerin hatanın en kısa sürede düzelteceğini söylemesine rağmen, yayının halen engellendiğini belirtti.

“Bir kez daha bu karar ve uygulamada payı ve imzası olan bütün kurumları üzerine düşeni yapmaya ve bu fiili sansüre son vermeye çağırıyoruz” diyen Bayhan, sansür uygulamasına tepki gösteren herkese teşekkür etti, dayanışmanın devam etmesini istedi.

(Kaynak: atılım)

Sinema da tartışma masasına taşınmalı...

Ülkemizde, en büyük eksikliklerden biri de tartışma kültürü... Özellikle sanat alanında "ben yaptım, oldu" mantığının egemenliğini gözlemliyoruz. Sinemanın sanat olmaktan çok, teknik olduğunu göz önüne alırsak, neden tartışılmadığı da kendiliğinden ortaya çıkar. Oscar'la Cannes parantezine tıkıştırılan sinema, sanatı ıskalayıp, emperyalist anlayışa şirin görünmeye çalıştıkça, teknolojiye iltica ediyor...

Sosyalizmin gündemden kaldırılmak istendiği günümüzde, sinema da bu ideolojiden uzaklaşıp, emperyalist düşler gören yönetmenlerin "dışkısı" olmaya evriliyor. Bu olumsuz duruma müdahale etmek gerekiyor. Bakalım, Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde düzenlenen seminer, yeni bir açılım sağlayabilecek mi?...

soL gazetesine yansıyan seminer haberini okurlarımızın dikkatine sunuyoruz:


1990 sonrası Türk Sineması tartışılıyor


Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu… Türkiye'de 1990 sonrası sinemada alınan yol, NHKM'nin düzenlediği seminerde tartışılacak.

soL (HABER MERKEZİ) Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nin düzenlediği, "Türk Sineması'nın Yeşilçam adıyla anıldığı dönemin sonrasını" tartışacak olan "1994'ten Günümüze Türk Sineması" semineri, 2 Ağustos-6 Eylül tarihleri arasında 14:00-16:30 saatleri arasında yapılacak.

Seminerin tanıtım metninde, 1990 sonrası Türk sinemasının içinde bulunduğu durum, "1939–1990 döneminin Yeşilçam'ı 'Arabesk' filmiyle bitti. Türk sineması bu tarihten sonra kuruluşundan bu yana en büyük iktisadi ve toplumsal 'ilgi' krizini yaşamaya başladı. 1994'e kadar olan dönemde toplam yerli film seyircisi 1 milyona bile ulaşmıyordu. Oysa 1960'larda yalnızca İstanbul'da, yerli film seyircisi yıllık 25 milyondu" cümleleriyle açıklanıyor.

Altı haftalık seminerin ilk haftasında, döneme ilişkin genel bir tartışma düzenleniyor. Ticari sinemayla sanat sineması arasında karşılaştırmaların yer alacağı ilk oturum, yönetmen Zeki Demirkubuz'la birlikte 2 Ağustos Cumartesi (bugün) başlıyor.

"Eleştirel bir yakın tarih okuması"

Son 15 yılın sinemasının değerlendirileceği seminerde, son dönem Türk sinemasının önemli isimlerinden Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu, Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu ve Sinan Çetin yer alıyor.

Seminere ilişkin bültende, geniş bir literatür taramasının yapılacağı, film seyredilip tartışılacağı ve yönetmenlerle görüşmelerden yararlanılacağı ifade edilerek, eleştirel bir yakın tarih okuması olmasına çalışılacağı belirtildi. Ayrıca, seminerde elde edilen sonuçların yıl sonuna kadar bir kitap haline getirilmesine çalışılacağı da duyuruldu.

1994'ten Günümüze Türk Sineması Semineri'nde yer alan filmler şunlar:

Zeki Demirkubuz: C Blok, Masumiyet, Yazgı, İtiraf, Bekleme Odası, KaderYeşim Ustaoğlu: İz, Güneşe Yolculuk, Bulutları BeklerkenNuri BilgeCeylan: Koza, Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak, İklimler, Üç MaymunSemih Kaplanoğlu: Herkes Kendi Evinde, Meleğin Düşüşü, YumurtaSinan Çetin: Bir Günün Hikayesi, Çirkinler de Sever, Çiçek Abbas, 14 Numara, Gökyüzü, Prenses, Berlin in Berlin, Bay E, Propaganda, Komser Şekspir

(Kaynak: soL)

Dibi kara tencereler!...

Halkı uyutup, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için yayın yapan televizyonlar, sol gösterip sağ vuran sanat tüccarlarına gereksinim duyuyorlar. Doğa Rutkay'la Acun Ilıcalı da televizyona kan taşıyan esnaflar. "Tencere dibin kara, seninki benden kara" sözünün kanıtlanması için savaşım veren Doğa ve Acun, her adımlarında halka karşıt söylem geliştiriyorlar...

Milliyet gazetesine yansıyan ağız dalaşını aktarıyoruz:


Doğa, Acun’u kızdırdı


Doğa Rutkay, Kanaltürk’teki programına telefonla konuk ettiği Acun Ilıcalı’ya sorduğu soru ile meslektaşını bir hayli kızdırdı

Kanaltürk’te Doğa Rutkay’ın sunduğu ’Her Şeyi Söylemek Mümkün’ isimli programda yarışma programları konuşuldu.

Canlı yayınlanan programa telefon bağlantısı ile katılan Acun Ilıcalı, Doğa Rutkay’ın bir sözüne bir hayli kızdı.

Doğa, Var Mısın Yok Musun yarışma programında kaybeden yarışmacının görüntülerinin altına konulan müziği, kutuların açılmasının uzun tutulmasını ve insanların kazanıp kazanmadığı anlardaki gidip gelmelerini ’duygu sömürüsü’ olarak yorumlayınca Acun bir hayli kızdı.

Acun Ilıcalı, "Duygu sömürüsü müziklerini algılayamadım. O nasıl oluyor? Heyecan katan müzikler demek istedin herhalde" diye konuşunca, Doğa altta kalmadı.

Doğa Rutkay, "Ben duygu sömürüsü demek istedim" diyerek söyleminin arkasında durdu. Daha sonra ikili arasında şu konuşmalar yaşandı:

Acun Ilıcalı:Sömürü nerede burada?

Doğa Rutkay:İşte o müzikte. Bu benim kendi fikrim tabii ki...

Acun Ilıcalı:Fikrine anlayış gösteriyorum da duygu sömürüsü demek bir şeyi sömürüyorsun demek. Bir insan kazanıyor, kaybediyor hepimiz seyrediyoruz. Bir sömürü yok ki sonuçta.

Doğa Rutkay: Hayır bunun uzatılmasından bahsettim. Neden o kutular bir an önce açılıp kim nereye gidiyorsa, o parayı alıyorsa almıyor, olay ortadan kalkmıyor? O iş uzadıkça uzuyor, biz tırnakları yiyoruz. Bunlar bilinçli hareketler mi?

Acun Ilıcalı:Bu programı biz 15 dakikada yapsak ve seyretseniz o zaman buradaki karakterleri tanımayacaksınız ki. Orada bir reality show yapılıyor... Oradaki sürenin uzun olmasının sebebi herhangi bir duygu sömürüsünden kaynaklanmıyor. Tamamen insanlara oradaki karakterleri tanıtmak üzerine kurulu bir konsept o...

(Kaynak: Milliyet)

1 Ağustos 2008 Cuma

Televizyon, bir dizicisini yitirdi!...

(Bakınız: Milliyet)

Nereden, ne kadar para alacaklar?...

Sinema, para getiren bir sektör olmaya başladıktan sonra, bilgili bilgisiz, herkesin ilgisini çekmeye başladı. Özellikle para musluklarının her taraftan çalışmaya başlamasıyla, içinde birazcık kendini gösterme isteği olan herkes, hızla sinemaya hücum etmeye başladı...

AKP'nin vitrini Zaman gazetesine yansıyan konuyla ilgili bir haberi okurlarımıza aktarıyoruz:


6-7 Eylül olayları film oluyor


Senaryosunu Etyen Mahçupyan ve Nilgün Öneş'in yazdığı, yönetmenliğini Tomris Giritlioğlu'nun yapacağı 'Güz Sancısı' adlı film, 6-7 Eylül olaylarını beyazperdeye aktaracak.

Hafta sonu çekimlerine Beyoğlu ve çevresinde başlanacak olan film, 1955 yılında meydana gelen olayları konu alıyor. Ocak ayında vizyona girecek olan filmle ilgili bilgiler veren Etyen Mahçupyan, "1955 yılında hayatlarında beklenmedik şeylerle karşı karşıya kalan, hemen hemen bütün karakterlerin değişmek zorunda kaldığı bir dönem yaşanıyor. Bu dönemde yaşananları aşk, siyaset ve entrika sarmalında yansıtmaya çalıştık." dedi. Mahçupyan, o dönemde yaşanan travmanın etkilerinin bugün bazı kesimlerde devam ettiğini belirtti. Benzer bir proje olan Hatırla Sevgili dizisinde anlatılan dönem taraflı yansıtıldığı gerekçesiyle bazı kesimlerce eleştirilmişti. Mahçupyan, bu filmde de işlenen konu ideolojik olduğu için birazcık şu veya bu tarafa meyletmelerinin kaçınılmaz olduğunu belirtti.

(Kaynak: Zaman)

Dizi izleyicisi Selma anlatıyor...


Selma from Cemal Bulunmaz on Vimeo.

Belgeselleri bile yarıştırıyorlar!..

Sinema dünyası, kapitalist mantıkla soluk aldığından, en küçük film çalışması bile, yarışma sürecine girmek zorunda kalıyor. Dünya sinemasına yön veren emperyalistler, "milyonları eğlendiren" sinemayı bir silah olarak görüyor ve bu silahı da insani değerlerin tarumar olması için kullanıyor. Özellikle emekçilerin dünyasını beyazperdeye taşımak isteyenler, emperyalist mantığın izdüşümü olan yarışma ve ödül kavramlarına dikkatle yaklaşmalılar...

Milliyet gazetesine yansıyan "masum" bir belgeselin bile yarışmalara karışmak zorunda kaldığını anlatan haberi okurlarımızın dikkatine sunuyoruz:


''Gölün Kadınları'' ile Kosova'dayız!


Gölün Kadınları belgeseli ülkemizi bu kez Kosova’da 04 - 10 Ağustos tarihleri arasında düzenlenecek 7. Dokufest 2008’de Balkan Belgeselleri Yarışması’nda temsil edecek.

Çekirdek bir ekiple çekilen belgesel daha önce 19. İstanbul Film Festivali, 13. Nürnberg Film Festivali ve 15. Adana Altın Koza Film Festivali gibi çeşitli festivallerde birincilik kazanan, çeşitli festivallerde yurtiçi ve yurtdışı gösterimleri yapılan belgesel, Bursa - Gölyazı Köyü’nde eşleriyle birlikte balıkçılık yapmakta olan kadın balıkçıların zorluk ve fedakarlık hikâyelerini anlatıyor.

(Kaynak: Milliyet)