20 Aralık 2008 Cumartesi

Sinema, toplumsal görevini mi anımsadı?

Nil Kural ile konuşan Özcan Alper, “Sonbahar”ın Hemşince konuşulan ilk uzun metrajlı film olduğunu söyledi.


Sinemayı sanattan, toplumsallıktan uzaklaştırıp kapitalizmin buyruğuna teslim eden, faşizmin kuyruğuna eklemleyen sinemacılar, tüm çabalarına karşın, anti-faşist sinema hareketini engelleyemediler. Özellikle Sinan Çetin tarafından kutsanan kapitalist sinema, emeğin hiçimsenmesi için bir örümcek ağı gibi toplumsallığı dumura uğratma çabası içerisinde. Kapitalizmin olmazsa olmazı reklam dilini sinemaya bir ur gibi eklemleyen Sinan Çetin, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için yayıncılık da yapıyor. Kapitalizmin ehlileştirilerek liberalleşmesi için düşünsel katkıda bulunan Sinan Çetin ve ardıllarının egemenliğine karşın, toplumsal duyarlılığa sahip yönetmenler de film çevirebiliyor. Özcan Alper de bunlardan biri. Milliyet gazetesinden Nur Kural'la konuşan Özcan Alper'in görüşlerini okumakta yarar var. (HB)


‘Bilmek içinizdeki acıyı büyütüyor!’

Nil Kural

Özcan Alper’in bol ödüllü filmi “Sonbahar”, bugün, vizyon tarihi açısından denk düşürüldüğü Hayata Dönüş Operasyonu’nun 8. yıldönümünde gösterime giriyor

Özcan Alper’in ilk filmi “Sonbahar”, Altın Leopar için yarıştı, Altın Koza Ödülü’nü aldı. Bugüne kadar kazandığı dokuz ödül bir yana, gösterildiği her yerde hem izleyicilerin hem de eleştirmenlerin ilgisini çekmekte hiç zorlanmadı. Filmde, Onur Saylak’ın canlandırdığı Yusuf’un cezaevinde girdiği ölüm orucu sonucu rahatsızlanmasının ardından serbest bırakılıp, Doğu Karadeniz’deki evine dönmesiyle başlayan bir öykü anlatılıyor. Özcan Alper’le yakaladığı başarıyı ve filmi konuştuk.

- “Sonbahar” ilk filminiz olmasına rağmen görselliği de hikâye anlatımı da oturmuş bir yapıda.. Bu başarınızı neye bağlıyorsunuz?

Neyi, nasıl anlatmak istediğimi bildiğim için filmi estetik olarak kafamda tasarlamıştım. Uzun yıllar asistanlık yapmamın ve çalıştığım yönetmenlerin katkısı da oldu. Bu bir usta çırak ilişkisi... Bir çırak olarak ilk işimde, biriktirdiğim bütün deneyimleri kullanmaya çalıştım. Bu filmin bir şansı da, çalışan ekibin filmin ucunu devamlı tutmak istemesiydi.

- Film gösterildiği her yerde, hem eleştirmenler hem de izleyicilerle gönül bağı kurdu. Bunun nedeni sizce neydi?

Bir tarafıyla tüm annelere hitap eden bir film. Başka bir tarafıyla da, annesi ve babasıyla hesaplaşmasını bitirememiş çocukları yakalıyor.

- Otoriteyle hesaplaşması bitmeyenleri de...

Evet, bir kuşağın hikâyesi... 12 Eylül’den sonra arada bir kuşak geçip gitti. Film bu yakın döneme dair de bir şeyler söylüyor. Diğer yandan filmin ana teması, ölüm ve aşk. Bu iki mesele, evrensel olarak da insanları çekiyor.

- 12 Eylül kuşağı sıkça işleniyor ama siz filminizde ‘90’lar kuşağına odaklanmışsınız. Bu kuşağın gölgede kaldığını mı düşünüyorsunuz?

12 Eylül döneminde çok büyük travmalar ve çok büyük trajediler yaşandı. Konuyla ilgili mağdurları suçlayıcı filmler yapıldı. Bir de bunun tersine mağdurların duygularının sömürülmesine dayanan filmler gördük. O sıralarda Türkiye’de çok ciddi değişimler oluyordu. Kürt meselesi, Sovyetlerin dağılmasından sonraki tek kutuplu dünya, neoliberal politikalar, ekonomik yoksullaşma, her anlamda toplumsal çözülüş... Bu süreçte de, yetişen bir gençlik vardı. Ciddi bir gençlik muhalefeti yaratamasa da, buna kalkışan bir gençlikti. O yüzden kendimin de içinde olduğu bu kuşağı anlatmak, dünyaya buradan bakmak daha doğru geldi.

- Filmle ilgili Kafkasya dokusunu yakalamaya özen gösterdiğinizi söylüyorsunuz. Bu sizin için neden önemliydi?

Türkiye, çok kültürlü bir yapı. Anadolu’yu güzel kılan en önemli unsurlardan biri bu... Mesela Neşet Ertaş türkülerinde İç Anadolu’nun çoraklığını, kokusunu hissediyorsunuz. Kafkasya ile ilgili bunu deneyen Kazım Koyuncu gibi isimler vardı. “Sonbahar”ın Kafkasya filmi olmasını istedim. O doğanın renkleri, ışığı, dokusu, deniziyle kendine özgü farklılıkları, bunun da insanlarda bir yansıması var. O yansımaları, coşkuya rağmen hüznü; yaşama rağmen ölümü; bütün bunları göstermek istedim.

- Filminizde Hemşince konuşuluyor. Bu da şüphesiz politik bir tavır... Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Film, Hemşince konuşulan ilk uzun metrajlı film. Küreselleşmeyle Türkçe de dahil tüm ulusal diller köreliyor. Dil, kimliğinizi, felsefenizi belirliyor. Türkçeye nasıl kendi içerisinde böyle bakabiliyorsam, Hemşinceye ve diğer dillere de böyle bakıyorum. Çünkü bu diller de, insanların kişiliklerini, karakterlerini ve yaşamlarını belirliyor. Tabii İstanbul’da geçen bir hikâye çeksem, Hemşince konuşturmam. Ama karakterim Hemşinli’yse, o karakterde kendimden bir şey buluyorsam ve orada çekiyorsam onu Türkçe konuşturmam. Gidip Diyarbakır’da film çeksem, karakterim Kürtse, Kürtçe konuştururum.

(Kaynak: Milliyet)

Hiç yorum yok: