Hilmi Bulunmaz
4 Kasım 2008
Akira Kurosawa tarafından yazılıp yönetilen Düşler, beni çok etkileyen filmlerden biri. 1990 yılında çekilip ülkemizde de gösterime giren Düşler'i İstanbul / Elmadağı As Sineması'nda izlemiştim. Eşim ve oğlumla birlikte izlediğim Düşler'i, neredeyse yirmi yıl sonra tekrar izledim ve hemen hemen hiç unutmadığımı gördüm. Oğlum da hiç unutmadığını söyledi; belleği güçlü iki insan olmamıza karşın, bu unutmama durumunu Akira Kurosawa'ya borçlu olduğumuzu duyumsadık. O denli yüreğe işleyen bir film yapmıştı ki, unutmak olası değil.
Episodik bir anlayışla çekilen Düşler, tam iki saat süren bir film gibi görünmesine karşın, aslında kısa filmlerin bir araya toplanmasından oluşan bir bütün olarak görünüyor. İnsan/insan, insan/doğa ve insan/toplum ilişkisini o denli düzeyli bir sinema diliyle anlatıyor ki Düşler, hayran olmamak elde değil.
Sadece yönetmen değil; aynı zamanda senarist, ressam ve yapımcı da olan Kurosawa, entelektüel bir insan olduğundan, diğer filmlerinde olduğu gibi, Düşler'de de insan sıcağını duyumsatan bir atmosfer oluşturabiliyor. Küçük bir çocuğun gördüğü düşle başlayan film, hemen her "kısa film"de, giderek renklenen ve insan sızısını, izleyicinin yüreğine işleyen bir nakış gibi ilerliyor.
1910 yılında dünyaya gelen Kurosawa, her iki paylaşım savaşının (Birinci ve İkinci Dünya savaşları) da acılarını yaşadığından, yüreğine bir Samuray kılıcı gibi saplanan duyguları, film olarak izleyicilere sunma gereksinimi duyuyor. Toplumsal derde sahip olan Kurosawa, komünizm idelolojisinden de esinlenerek oluşturduğu sinema evrenini, sadece Japonya'nın değerleriyle değil, tüm evrensel değerlerle zenginleştirdi. Dostoyevski'den Budala, Gorki'den Ayaktakımı Arasında, Shakespeare'den Kanlı Taht... gibi yapıtlardan yaptığı uyarlamalarla, insanlığın ürettiği tüm hazinelerin izdüşümünü sinemaya taşıyan Kurosawa, kendisinden sonra gelen yönetmenlere de düşünsel ışık tutup, esin kaynağı oldu.
4 Kasım 2008 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder