28 Ekim 2008 Salı

BULUNMAZ (26 EKİM 2008)


Hilmi Bulunmaz ile Kazım Şimşek'in konuşması (26/10/2008) from Cemal Bulunmaz on Vimeo.
25 Ekim 2008 Cuma gününden bu yana yasaklı olan bloglarla birlikte, sitemiz de kapalıydı. Sitemiz kapalıyken www.tiyatroyun.com üzerinden yayına başladık. (28 Ekim 2008)

22 Ekim 2008 Çarşamba

Ödül düzeneği sarpa sarıyor!...

Ödül düzeneği yalpalamaya başladı. Milliyet gazetesine yansıyan bir haberi dikkatinize sunuyoruz:


Antalya'da abartılar, ödüller ve gerçekler


Nil Kural


Altın Portakal’da Ceylan, Erdem, Kaplanoğlu ve Ustaoğlu'nun filmleri herkesi heyecanlandırmıştı, ancak bu filmlerin adını sadece SİYAD ödüllerinde görenler, ne oldu diye düşündü. Bu filmler boşuna mı abartılmıştı?

Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ulusal yarışma filmleri açıklandığından beri basını takip edenler, şu cümleyi tekrar tekrar okumuştur: “Bu yıl jürinin işi çok zor.”

Bu cümlenin tekrarlanması sebepsiz değildi. Ne de olsa yarışmada Cannes Film Festivali’nden En İyi Yönetmen ödülü ile dönen Nuri Bilge Ceylan’ın “Üç Maymun”u vardı. Reha Erdem’in çekim sürecinden beri hakkında harika şeyler duyulan filmi “Hayat Var” da yarışmadaydı.

Semih Kaplanoğlu’nun Venedik Film Festivali gibi dünyanın en önemli sinema olaylarından birinde ana yarışmada yer alan ve Altın Aslan için yarışan filmi “Süt” jüri karşısındaydı.

San Sebastian gibi bir başka önemli festivalden büyük ödülle dönen Yeşim Ustaoğlu'nun filmi “Pandora’nın Kutusu” herkesi heyecanlandırmıştı, şimdi de Altın Portakal’da yarışıyordu.

Ceylan abartıldı mı?

Bu filmlerin adını sadece SİYAD ödüllerinde görenler ister istemez, ne oldu diye düşünebilir. Birer hayal kırıklığı mıydılar? Boşuna mı abartılmışlardı?

Cannes’da Nuri Bilge Ceylan’a verilen En İyi Yönetmen Ödülü'nün nedeni, filmin özel efektleri miydi?

Antalya Jürisi'nin hiçbir kategoride ödül vermediği “Üç Maymun”un tek ödülünün özel efekt dalında olduğu düşünülürse, bu sonuca varmak da mümkün. Bu filmlerin dördü de gösterimlerde ve ardından gelen basın toplantılarında büyük ilgi gördü.

Sadece basın değil, izleyiciler de ilgi gösterdi. Her filmden sonra uzun tartışmalar yapıldı, günlük konuşmalara damgalarını vurdular.

Karşımızdaki görüntü çok açıktı: Bu dört film de, yönetmenlerin olgunluk döneminin en iyi örnekleri. “Üç Maymun”, Nuri Bilge Ceylan sinemasında “Uzak"tan eksik bir film değil. Hem de yönetmenin öykü açısından yeni bir denemeye girdiği ve bunu başardığı da düşünülürse, ileride Nuri Bilge Ceylan sineması açısından üzerinde çok konuşulacağını öngörmek zor değil.

Erdem'in başarısı

“Hayat Var”da Reha Erdem, yalnızca Türk sinemasının en iyi ses kurgularından birine değil, uzun uzun analiz edilebilecek, büyük bir başarıya da imza atıyor.

“Süt”, öncülü “Yumurta”yı bir adım yukarı taşıyor. Kaplanoğlu, her filminde kendisinden daha emin gözüküyor ve sinema dilini geliştiriyor. “Pandora’nın Kutusu”, San Sebastian’daki ödülünü, sonuna kadar hak eden bir film.

Yönetmenlerin filmografilerindeki yerlerini bir yana bırakırsak, bu yılki ulusal yarışma, bu dört film dolayısıyla Türk sineması adına sevindirici bir tabloydu. Ses kurgusu, görüntü yönetmenliği, hikaye anlatımı, yönetmenin konumu, senaryo yapısı sebebiyle, kusursuza yakın dört yapıtla karşılaştık. Eleştirmenlerin kanısı, yarışma bittiğinde daha da güçlenmişti. Bu yıl jürinin işi çok ama çok zordu.

Jürinin dışladıkları!

Ödüllerde üç film öne çıktı: “Pazar - Bir Ticaret Masalı”, “Nokta” ve “Vicdan”. Bunlar kötü filmler gibi bir sonuç çıkarmamak gerekiyor. Hatta, her yerde görmezden gelinen “Nokta”nın ödüllendirilmesi sevindirici. Sorun görünenlerde değil, görmezden gelinenlerde...

Zira "Üç Maymun", "Hayat Var", "Süt" ve "Pandora'nın Kutusu"nun görüntü yönetmenliği, ses kurgusu, sanat yönetimi gibi teknik kategorilerde verilen ödüllerde bile yer almamasını açıklamak mümkün değil.

Dört yönetmenin sinema anlayışları, jüri tarafından dışlanmış olsa bile, mükemmel teknik seviyedeki 4 film, bu alanlarda bile takdir görmedi.

Jürinin kararının nedenini bilmek şu anda imkansız. Yarışma öncesinde, dört filmle ilgili yaşanan heyecanın, filmlerin gösterilmesinin ardından arttığının ama, jüri kararlarına yansımadığının altının çizilmesi gerekiyor.

(Kaynak: Milliyet)

20 Ekim 2008 Pazartesi

Altın Portakal'ın tadı kaçtı mı?!...

Altın Portakal'ın en iyisi Pazar


45. Altın Portakal Film Festivali'nde en iyi film ödülünü Ben Hopkins'in 'Pazar-Bir Ticaret Masalı' adlı filmi aldı. En iyi yönetmen ise Derviş Zaim oldu.

En iyi kadın oyuncu ödülü 'Vicdan' filmindeki rolüyle Nurgul Yeşilçay'a, en iyi erkek oyuncu ödülü 'Bir Ticaret Masalı' filmindeki rolüyle Tayanç Ayaydın'a gitti. Konyaaltı Açıkhava Tiyatrosu'nda dün akşam düzenlenen ödül töreni, kırmızı halı yürüyüşüyle başladı. Kevin Spacey, Bo Derek, Marisa Tomei, Matthew Modine, Mickey Rourke'un da aralarında bulunduğu yerli ve yabancı pek çok sanatçı, kırmızı halı üzerinde yürürken vatandaşların yoğun ilgisiyle karşılaştı. Yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı törenin açılış konuşmasını yapan Festival Başkanı Engin Yiğitgil, 2 Oscarlı aktör Kevin Spacey'e onur ödülü verdi. Türkiye'yedeki heyecandan etkilendiğini söyleyen Spacey, "Hükümetin desteğiyle genç oyuncularınızın arttığını görüyorum. Buradaki oyuncular Hollywood'a ulaşmak istiyor, ama bence öncelikle Hollywood buradaki oyuncuları keşfetmek zorunda." dedi. 'Olağan Şüpheliler'' filmindeki 'Kayzer Soze' gibi topallayarak sahneden ayrılan Spacey, uzun süre alkışlandı. Mickey Rourke'a onur ödülünü Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel verdi. Türel, festivalin Türk sinemasının kapılarını dünyaya açtığına dikkat çekti. Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Atatürk'ün 'Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir' sözünün her şeyi anlattığını söyledi. Şahin, Maximillian Schell'e onur ödülü verdi.

Son onur ödülünü ise Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay verdi. Türk sinemasının artık dünyaya açılan bir kapı olduğunu belirten Günay, bu kapılardan birinin de Antalya olduğunu söyledi. Günay, önümüzdeki yıl 35 şehirde Türk filmlerinin gösterileceği haftalar düzenleneceği bilgisini verdi. Marisa Tomei, ödülünü Bakan Günay'dan aldı. 4. Avrasya Uluslararası Film Festivali'nin en iyi yönetmeni Hirokazu Koreeda oldu. SİYAD'ın en iyi yönetmen ödülünü ise Nuri Bilge Ceylan aldı. Ceylan, konuşma yapmadan kürsüden ayrıldı. Avrasya Film Festivali NETPAC ödülü Özcan Alper'in Sonbahar filmine gitti. Yönetmeni, ödülü geçtiğimiz günlerde cezaevinde işkenceden dolayı yaşamını yitiren Engin Ceber'in annesine ithaf ederek aldığını söyledi. Gecede Piyanist adlı filmle Oscar alan ünlü aktör Adriel Brody'e de katılımından dolayı Altın Portakal heykelciği verildi.

Eşref Kolçak'tan eleştiri

Kültür Bakanlığı'nın 50 yılını dolduran sanatçılara verdiği onur ödülleri ise oyuncular Eşref Kolçak, Muhterem Nur ile yönetmen Yücel Çakmaklı'ın oldu. Muhterem Nur, rahatsızlığı nedeniyle ödülünü almaya gelemezken Eşref Kolçak konuşmasıyla geceye damgasını vurdu. Kendilerini ilgilendiren kanunu çıkartanlara beyin özürlü diye hitap eden Kolçak, "Beyin özürlüler tarafından hazırlanmış bir kanunla yaşıyoruz. Şöyle ki hazırlanan kanunda yapımcı var, yönetmen, senarist, müzisyen kameraman var, ama oyuncu yok. Sayın Kültür Bakanı rica ediyorum, beyin özürlülerin bizlere yakıştırdığı kanunu değiştirin. Ölen arkadaşlarımızın ruhları biraz rahatlasın. Benim ikinci bir 50 yılım yok. Hiç değilse ben de onlar gibi gözü açık ölmeyeyim." dedi. Sinemacılardan yoğun alkış alan konuşma üzerine kürsüye çıkan Bakan Günay, "Sevgili dostlar bir küçük eklemem gerekiyor. Bu yıl ya da geçen yıl çıkmış bir kanun yok. 2002 yılında eksik çıkmış bir kanun var." şeklinde konuştu. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Egemen Bağış da "Türkiye 50 yıl önce başbakanını asan, 9 yıl önce şiir okuduğu için belediye başkanını hapse atan bir ülkeyken bugün bakan özür diliyor. Türkiye değişiyor." dedi.

45. Altın Portakal Film Festivali Ödülleri

En İyi Film: Pazar-Bir Ticaret Masalı (Ben Hopkins)
En İyi Yönetmen: Derviş Zaim (Nokta)
En İyi Senaryo: Ben Hopkins, (Pazar-Bir Ticaret Masalı)
En İyi Müzik: Mazlum Çimen (Nokta)
En İyi Kadın Oyuncu: Nurgül Yeşilçay (Vicdan)
En İyi Erkek Oyuncu: Tayanç Ayaydın (Pazar-Bir Ticaret Masalı)
En İyi Sanat Yönetmeni: Türker İşçi (Başka Semtin Çocukları)
En İyi Görüntü Yönetmeni: Zekeriya Kurtuluş (Vicdan)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Övül Avkıran (Pandora'nın Kutusu)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: V.S.Tekinoğlu (Başka Semtin Çocukları)
En İyi Kurgu: Mustafa Precheva (Vicdan)
En İyi Laboratuvar: Fono Film (Gökten Üç Elma Düştü-Vicdan)
En İyi Saç ve Makyaj: Vicdan
En İyi Kostüm: Zeynep Sırlıkıya (Pazar-Bir Ticaret Masalı)
En İyi Ses Tasarımı-Miksaj: Nokta
En İyi Özel Efekt: Murat Balkan (Üç Maymun)
Altın Portakal SİYAD En İyi Film Ödülü: Hayat Var (Reha Demir)
Yurtiçi Kargo Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü: Nokta (Derviş Zaim)
Behlül Dal Digitürk Genç Yetenek Jüri Özel Ödülü: Aydın Bulut (Başka Semtin Çocukları)
En İyi Kısa Film Ödülü: Gemeinschaft (Özlem Akın)
Onur Ödülü: Maximilian Schell, Mickey Rourke, M. J. Warner , Kevin Spacey, Adrien Brody, Marisa Tomei
Asya Sineması Tanıtım Ağı (NETPAC) Ödülü: Sonbahar (Özcan Alper)
Sinema Eleştirmenleri Ödülü: Derviş Zaim(Nokta)
Senaryo Geliştirme Ödülü: El Yazısı (Ali Vatansever)
Sinema Yazarları Derneği Ödülü: Üç Maymun (Nuri Bilge Ceylan)
4. Uluslararası Avrasya Film Festivali Ödülleri
En İyi Film: Khamsa (Karim Dridi)
En İyi Yönetmen: Bitmeyen Yürüyüş (Hirokazu Koreeda)

Mehmet Ali Bülbül, Kenan Baş, Antalya

(Kaynak: Zaman)

17 Ekim 2008 Cuma

Televizyon; evimizdeki canavar!...

İnsani değerlerin erozyona uğraması için çalışan en önemli aygıtlardan biri de televizyon. İnsan ilişkilerini sevgi temelinde değil; şiddet temelinde örgütleyen diziler, televizyonların lokomotifi. İki reklam arasını doldurmak için oluşturulan diziler, ruh sağlığımızın bozulmasına neden oluyor. Özellikle Kurtlar Vadisi gibi dizilerin, çözümsüzlüğü dayatmasıyla, sevgi kırıntıları bile imha oluyor. Diziler hakkında yapılan bir araştırma, bize bayağı ilginç geldi ve okurlarımıza sunma ihtiyacı hissettik:


Bir dizinin özeti: Cinayet, tecavüz ve işkence


AA


Bir dizi filmin 55 bölümü üzerinde yapılan araştırmada 411 cinayet, 152 yaralama, 137 saldırı, 147 dayak, 155 tokat, 191 taciz, 145 silahlı çatışma sahnesi olduğu belirlendi

Mersin’in Tarsus ilçesi Rehberlik Araştırma Merkezi (RAM) Müdürü Murat Tarsuslu, çok fazla izlendiği belirtilen bir dizinin incelenen 55 bölümünde, 411 cinayet, 152 yaralama, 137 saldırı, 147 dayak, 155 tokat, 175 kavga, 110 işkence, 3 tecavüz, 191 taciz, 145 silahlı çatışmanın meydana geldiğini bildirdi.

Tarsuslu, yazılı açıklamasında, ailenin, cinsellik, neslin devamı, toplum huzuru gibi çok sayıda görevi yerine getirmenin yanında, bireyin yaşamında çok önemli yer tutan sevgi ihtiyacı, psikolojik gelişim, eğitim, kültürel değerleri kazanma gibi temel ihtiyaçlarını karşıladığı en öncelikli kurum olduğunu ifade etti.

Ailenin toplum çekirdeğini oluşturduğuna vurgu yapan Tarsuslu, bazı dizilerin ise içerikleriyle bu yapıyı bozmaya başladığını ileri sürdü. Çok fazla izlendiği belirtilen bir dizinin 55 bölümü üzerinde yapılan bir araştırmada önemli bulguların ortaya çıktığını ifade eden Tarsuslu, incelenen 55 bölümde, "411 cinayet, 152 yaralama, 137 saldırı, 147 dayak, 155 tokat, 175 kavga, 110 işkence, 3 tecavüz, 191 taciz, 145 silahlı çatışma"nın meydana geldiğinin belirlendiğini bildirdi. Dizi filmlerin büyüme çağındaki çocukları gerçek dünyadan uzaklaştırarak için adeta bir "hayal dünyası" yarattığına dikkati çeken Tarsuslu, şunları kaydetti:

"Kitle iletişim araçlarının kişinin tutum ve davranışları üzerindeki etkileri çok güçlüdür ve bu inkar edilemez. Ancak, son zamanlarda medyadaki bazı dizilerin olumsuz etkisiyle toplumda aile kurmak ve çocuk sahibi olmak gibi değerler önemi yitiriyor. Evlenmemek, nikahsız aşk birlikteliği yaşamak, kabul edilebilir, sıradan bir yaşam tarzı olarak gösteriliyor. Okul çağındaki genç kızlar için hayatın gerçeklerinden uzaklaşıp tozpembe bir dünyada yaşamasına imkan sağlayan, arkadaşlık ilişkilerinin daha da cinsel boyutlara indirilmesini meşrulaştıran ve gençleri bu yönde bir hayat tarzını benimsemeye iten diziler var. Ergenlik çağının içerisinde bulunan gençler için şiddetin egemen olduğu, çalışarak hayatı kazanmak yerine kısa yoldan köşeyi dönmenin konu edindiği diziler mevcut.

Ailedeki problemler toplum kaynaklıdır ve bu problemler toplumun bütününü ilgilendiren ve çöküşüne sebep olabilecek hayati meselelerdir. Diziler, ölene kadar sürdürülmesi için söz verilen evliliklerin, ihanetlerle, entrikalarla yıkıldığını gösteren örneklerle dolu. Bireye ve topluma sağladığı önemli yararlarla toplumun ve bireyin vazgeçilmez ögesi olan aile, evlerimizin başköşesine oturan televizyondaki bu yayınlarla özellikle milli ve manevi değerlerden yoksun bazı dizi filmlerle dejenere oluyor."

(Kaynak: Milliyet)
Yönetmen Kaplanoğlu film çekerken şiire bolca başvurduğunu belirtiyor.


Sinema benim için zamanın sanatıdır


Nil Kural


Semih Kaplanoğlu’nun “Yusuf Üçlemesi”nin ikinci filmi “Süt”ün Antalya Film Festivali’ndeki gösterimi büyük ses getirdi. Yönetmenle sinemasını konuştuk

Yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun taşrada geçen ve Yusuf adındaki bir şairin hikayesini anlattığı “Yusuf Üçlemesi”nin ilk filmi “Yumurta”, hem Türkiye’de, hem de uluslararası alanda büyük başarı kazanmıştı. Yusuf’un annesinin ölümü üzerine taşraya dönmesini konu alan “Yumurta”nın ardından gelen “Süt”le, Kaplanoğlu izleyicisini Yusuf’un 17-18 yaşlarına götürüyor.

Filmde profesyonel ve amatör oyuncular bir arada. Başak Köklükaya, Yusuf’un annesi rolünde dikkat çekiyor; Yusuf’u canlandıran Melih Selçuk ise Kaplanoğlu’nun keşfettiği yeni bir yetenek. “Süt”ün Antalya Film Festivali’nin uluslararası yarışması vesilesiyle yapılan, 14 Ekim’deki gösteriminin ardından, bu filmin de en az “Yumurta” kadar ses getireceği belli oldu. Gösterimin ardından yapılan basın toplantısında ayakta duracak yer yoktu. Filmin açılış planı, Antalya’nın gündelik sohbetlerinin ilk maddelerinden birisi haline geldi.

“Süt” dolayısıyla, Kaplanoğlu’yla iki halkası tamamlanan üçlemesi ve sineması üzerine konuştuk.

Taşrada geçen bir üçleme çekiyorsunuz. Türkiye taşrasını nasıl görüyorsunuz?

Türkiye’de son 10 yılda büyük bir değişim var. Merkezlerinde de taşrada olduğu gibi bu değişim görünüyor. Ama merkez bir yanıyla sabit gibi görünür. Merkez ve taşra arasında gidip geldiğinizde, o değişimi çok daha yoğun bir şekilde fark ediyorsunuz. Ben o değişimi, aile gibi değişmezlerle anlattım. Çünkü bu değişim, ailenin hayatına zaman zaman sancılı şeyler getirebiliyor. Bunu anne ve oğlunun ilişkisi üzerinden anlatmaya çalıştım.

“Yumurta” da, “Süt” de, şimdiki zamanda geçiyor. Zaman belli ki sinemanızda kafa yorduğunuz bir konu.

“Süt” Yusuf karakterinin hatırlamalarını içeriyor. Ama zaten biz hatırlamaları şimdiki zaman içerisinde yaşarız. Bu yüzden iki film de, aynı zamanda, günümüzde geçiyor. Zaman sinemam için önemli çünkü sinemanın ‘zamanın sanatı’ olduğunu düşünüyorum.

Bu iki filmde, Yusuf babasız bir karakter olarak karşımıza çıkıyor; babayı herhalde “Bal”da anlatacaksınız. İlk iki filmde neden babasız bir karakter anlatmayı seçtiniz?

Metaforik olarak şöyle açıklayabiliriz: Babanın konumunun gitgide ortadan kalkması ama gölgesinin kalması söz konusu... Bir de, hikayenin kendisi de böyle gelişiyor. Baba çocuk küçükken ölüyor. Anne ve oğul arasındaki ilişki babanın olmadığı dönemde gelişiyor. Buradaki mesele “Bal”la birlikte daha netleşecektir. Yoksulluk veya babanın olmamasının getirdiği durum...

‘Çok konuşuyoruz ama...’

“Yumurta” meselesini biraz daha sözle ifade etmeye çalışan bir filmdi; “Süt”se cümleler arasındaki duraksamalar gibi. Sessizlik konusunda ne düşünüyorsunuz?

İki film de, kendi sessizliklerini olması gerektiği kadar yaratıyorlar. Günlük hayatlarımızda biz de çok konuşuyoruz belki ama gürültü çıkarıyoruz. Ancak konuşulması gereken şeyleri konuşmuyoruz. Konuşulması gereken şeylerin sessizliği içimizde büyüyor. Ama dışımızda sürekli konuşan, daha da çok konuşan insanlar haline geliyoruz. Benim derdim, o konuşulmayan şeylerin dünyası ve onların işgal ettiği önem ve genişlikle... Ben kameramı ve kendimi oraya doğru yöneltiyorum.

Hem Yusuf karakterinin, hem de filmin biçiminin şiirle alakası göze çarpıyor. Bu bağ nereden ileri geliyor?

Yusuf karakteri şair. Ama benim de şiirle ilişkim kuvvetli. Hasbelkader tüm gençliğimde şiir yazdım. Kendimi şiirle ifade etmeye çalıştım. Bunun bendeki etkisi hep devam etti. İş yaparken, filmle ilgili bir senaryo yazarken veya film çekerken şiir her zaman başvurduğum bir şey oldu.

Hem teknik, hem anlatım hem de estetik olarak başvurduğum bir anlatım yoluydu. Yaptığım her işi şiirin aynasından geçirip ele aldım. O yüzden bu filmdeki eksiltme, minimalize etme şiirin getirdiği bir tür alışkanlıkla ortaya çıktı. Şu da var: Bir şairi anlatıyoruz, o şairin dünyasına girip, onu sahici kılmak için de, anlatımda da şiirin etkisini kullanmak gerekir. Ama tabii ki filmde şiir okuduğumuz yok.

“Yusuf Üçlemesi” ne zaman tamamlanacak?

“Bal”ın çekimlerine gelecek sonbaharda başlamayı düşünüyorum.

(Kaynak: Milliyet)

16 Ekim 2008 Perşembe

Yönetmeni İngiliz ama ‘Bu bir Türk filmi’


NİL KURAL Antalya


Altın Portakal'da gösterilen "Pazar: Bir Ticaret Masalı" filminin İngiliz yönetmeni Hopkins, "Türkiye’de oyunculuk kalitesi oldukça yüksek. Ama, karakterli, şahsına münhasır ve alışılmadık aktör az sayıda. Yılmaz Güney'i seviyorum" diyor

İngiliz yönetmen Ben Hopkins’in yönettiği 'Pazar: Bir Ticaret Masalı'nın Altın Portakal'ın Ulusal Uzun Metraj Yarışması'ndaki en ilginç yapım olduğu söylenebilir. 1990’ların ortasında Doğu Anadolu’da geçen ve küçük bir tacir olan Mihram’ın hikâyesini anlatan film, başrol oyuncusu Tayanç Ayaydın’a Locarno Film Festivali’nden En İyi Erkek Oyuncu Ödülü getirmişti. Ben Hopkins'in senaryosunu da yazdığı filmi, "Pazar: Bir Ticaret Masalı", büyük beğeniyle karşılandı. “Ölmüş Bir Koyunu Değerlendirmenin 37 Yolu" adlı filmle Türkiye’de çalışmaya başlayan Hopkins sorularımızı yanıtladı.

“Pazar: Bir Ticaret Masalı”nı çekme fikri aklınıza, “Ölmüş Bir Koyun..” sırasında mı geldi?

Ondan da önce. 2001’de senaryonun taslağını hazırladım. 2002’de Afganistan’da film çekerken tanıştığım antropolojistler, Doğu Anadolu’da yaşayan Kırgızlardan bahsetti.

2003’te Doğu Anadolu’ya gelmem iki projemin de gerçekleşmesine vesile oldu.

“Pazar”ın Altın Portakal’da ulusal yarışmaya seçilmesi sizi şaşırttı mı?

Şaşırtmadı, ama, sevindirdi. Bu bir Türk filmi. Çünkü, Türkçe ve Türkiye’de geçiyor. Ama, yarışmaya seçilmesiyle, bu resmiyet kazandı. Kültür Bakanlığı’ndan yönetmen olarak destek alamadım. Çünkü, yönetmenin Türk olması gerekiyordu. Böyle ulusal kuralları rahatsız edici buluyorum. Çünkü, kültür evrenseldir. Sonuçta, “Pazar”da İngiliz bir yönetmen, İranlı bir yapımcı, Alman ekiple, Doğu Anadolu’da Türkler ve Kürtlerle film çektik. Ortaya iyi bir iş çıktı.

Filmdeki oyunculuk harika. Nitekim Tayanç Ayaydın da Locarno’dan ödülle döndü. Oyuncu seçim sürecinden söz eder misiniz?

Üç yılda yüzlerce aktörle görüştüm, Tayanç, yedincisiydi. Ama, tek tercihimdi. Mesela, Tayanç’a otobüs filan çarpsaydı, filmi çöpe atardım. Türkiye’de oyunculuk kalitesi oldukça yüksek. Ama, karakterli, şahsına münhasır ve alışılmadık aktör, az sayıda. Tayanç bunlardan biri... Genco Erkal'ı ise senaryoyu okuması için davet ettik. Niyeti, gelip, “Sağ olun, kalsın” demekmiş. Ama, tanışınca birlikte çalışmaya karar verdik.

Yılmaz Güney sinemasını çok sevdiğinizi okudum. Onun filmleri de sistem tarafından ezilen küçük adamların hikâyelerini anlatıyor ve bu bakımdan “Pazar”la benzeşiyor. Güney sineması, filminizin ilham kaynakları arasında mı?

“Sürü”, benim bu filmim için çok önemliydi. Çünkü, o film de bu yöreden, ticaret kafasına sahip ama, kapitalizmin çarkları tarafından yenilen bir adamı anlatıyor.

Küçük bir piyon olduğunuz için büyük sistemi kontrol edememenizle ilgili. Yılmaz Güney’i bu yüzden seviyorum.

(Kaynak: Milliyet)